Kayıtlar

Ocak, 2019 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Başarı Düşmanları

     Bir şeyler yapmak isteyen, karşımda bunu bana anlatan birini gördüğümde, gözlerindeki o anlattıklarını gerçekleştirebileceğine dair o inancı görmem benim onu desteklemem için yeterli. Toplumumuzda gözlemlediğim bir şey var. İnsanlar nedense birisi bir hayalini, gerçekleştirmek istediği bir amacı anlattığında, hemen bir "yapamazsın" mesajı veren bakışlar  atmaya ve küçümseyen sözler söylemeye, olumsuz negatif enerji göndermeye ve hatta caydırmaya çabalıyor... Neden? Ya bıraksanıza kardeşim, yapsın ne istiyorsa, hayır destek olmuyorsunuz bir de köstek oluyorsunuz. İnsanlarda başarı korkusu mu var anlamadım. Hem kendileri başarılı olmaya çalışmıyorlar hem de başarılı olmak isteyeni engelliyorlar, caydırıyorlar. Tüm olumsuzluklarıyla, anlattıklarını gerçekleştirmek için motivasyona ihtiyacı olan kişiyi demotive ediyorlar. Ben bunu bizzat defalarca yaşamış biri olarak, böyle bir durumda tam tersini yapıyorum, "buradaki hiç kimse sana inanmasa da ben sana inanıyorum"...

"ben seçtim"

     Bir öğretmen olarak özellikle gözlemlediğim bir durum var: Bazı ailelerin çocukları sanki karar alma özürlüymüş gibi tüm kararları onların yerine almaları. Hatta çocukları başka fikirdeyse görmezden gelmeleri, baskılamaları. Lisedeki bölüm seçimleri ve hatta üniversite bölümü yani meslek seçiminde de bunu gözlemleyebiliyoruz. Anlamadığım şey; bu insanlar ne kadar bencil davrandıklarının farkındalar mı? Veli olarak tabi ki çocuğu için en iyisi ister zaten bu konuda bir şüphemiz yok. Ama çocuk başka bir şey istiyorken, velinin onu engellemesi neden? Ben şahsen bir insanın kendini en iyi yine kendisinin tanıyabileceğini anlayabileceğini düşünüyorum. Çocukları -kız veya erkek- yanlış bir şey yaparsa veya yapmak üzereyse ebeveynler tabi ki uyarmalıdır ama çocuğun heves ettiği ve kendine yakıştırdığı bir mesleği yapmasını veya okumasını engellemek bununla aynı kefede olamaz. Ebeveyn olmak, çocuğunun yerine kararlar almak değil, çocuğunun aldığı kararların arkasında durmakt...

"İnsan sevmeye başladı mı yaşamaya da başlar"

     "İnsan sevmeye başladı mı yaşamaya da başlar" der Shakespeare abimiz :) Haklılığını bizzat gözlemleme şansına sahip oldum. Sevip sevilmenin iyileştirici bir yönü var; bundan eminim. En dibe battığınız noktada sizi tekrar yukarı çekecek olan şey, sevgi. Umut veren, hayata bağlayan şey sevgi. Eskiden olsa yaşama amacı bile olmayan biri için yapılabilecek hiçbir şey olmadığını zannederdim. Artık var olduğunu biliyorum; anahtar sevgi. Sevmek, sevilmek. Böyle bir durumda bir insana yardım etmenin yolu onu koşulsuz sevmekten geçiyor. Hayattaki en umutsuz en mutsuz insanı, sevgi hayata bağlayabilir, sevmek sevilmek iyileştirebilir. Sevip sevildiğinizi hissettiğiniz anda her şey değişiyor, taşlar yeniden yerine oturuyor, hayat anlamlanıyor ve yaşamaya yeniden başlıyorsunuz. Geriye sadece bunu sağlayan kişiye karşı bir minnet duygusu kalıyor, bir de teşekkür...

-Sinema-

     Malum sömestr tatili, memleketteyiz. Daha önceki iki filmini beğendiğimiz bir yapımcının yeni çıkmış ve kaliteli olacağını tahmin ettiğimiz bir filmine gidecektik. Bu umutlarla sinemanın yolunu tuttuk bugün, hafta sonu tabi uzun uzun sıramızı bekledik. Sıra bize geldiğinde gişede görevli arkadaş filmin vizyonda olmadığını söyledi. "Nasıl olur, internetten avm nin sitesine baktık vizyonda görünüyordu?" dedik. İsmi lazım değil bir (ergen) film(i) daha çok ilgi gördüğü için bizim filmin yerine onun yayınlandığını söyledi. Arz-talep meselesi sonuçta. İstediğimiz filme giremedik tabi. Fakat şimdi neye üzülmek gerek? Kapitalist düzenin getirdiklerine mi? Kaliteli bir filmi izleyememiş olmaya mı? Memleketimdeki gençlerin içi boş filmlerin salonlarını doldurup zihinlerini bunlarla meşgul etmelerine mi?...

Ne! Kitap mı okuyorsun?!

     Ülkemizde kitap okumakla ilgili tabular olduğunu düşünmeye başladım. Sürekli okuyan biriyseniz ve hatta atıyorum televizyon izlemektense kitap okumayı tercih ederim derseniz, insanlar size uzaylıymışsınız gibi bakabiliyorlar. Hatta mesela bir insan neden bu kadar kitap okur diye sorguluyorlar. Başka şeylere kitap okumak tercih edilir mi diye düşünüyorlar. Bu örneklerle yurdum insanının okumaktan ne kadar uzak olduğunu ve okumanın önemini ne kadar da kavrayaMAdığını görmüş oluyoruz. Evet herkes okumayı sevmek zorunda değil ama buna karşı bu kadar önyargı neden mesela? Sürekli kitap okuyan insan figürü neden bu kadar ütopik karşılanıyor? Bu kadar mı içi boş yaşamalıyız? Öğrenmeye aç olmak, kitap okumadan yapamamak neden bu kadar inanılmaz görülüyor anlamıyorum. Okumanın yararları saymakla bitmezken, ülkemizde bunun bu kadar arka plana atılması gerçekten üzücü. Eskiden olsa yeni nesilde bunun değişmesini temenni ederdim ama yeni nesille haşır neşir bir bünye olarak buna...

Yazarlar neden yazar?

     Hep aklımı kurcalayan bir konu var. Neredeyse bütün büyük yazarların psikolojik sorunlarının olması....      Şimdi sebep hangisi, sonuç hangisi? Acaba diyorum psikolojik problemler, yaşanan acılar kalemi güçlendiriyor mu? Yoksa duyguları daha iyi yansıtmayı mı mümkün kılıyor? İnsan ruhuna daha fazla dokunmaya mı yardımcı oluyor? Yoksa bu yaralar yazmaya mı itiyor insanı? Kendini ifade etme ya da içini dökme ihtiyacı mı yaratıyor? Yoksa yazarak kendini mi anlıyor insan, psikolojisindeki sorunları mı fark ediyor? Hatta daha ileri taşırsak, kendini anlayan insan tüm insanlığı anlayarak yazıyor da öyle mi çok fazla başarılı oluyor? Aslında üzerinde daha da fazla düşünmem gereken bir konu bu. Fakat hayatımızdaki yaraların bizde yazma eğilimi yarattığından eminim. Nereden mi biliyorum? Kendimden  :)

AİLE

     Nereye giderseniz gidin, isterseniz kendinize tam istediğiniz gibi bir hayat kurun yine de size büyüdüğünüz yere geldiğinizdeki o huzuru ve aitlik duygusunu yaşatmıyor. Büyüdüğünüz evdeki rahatlık ve güven duygusunu hissettirmiyor. İstediğiniz kadar farklı tatlar tadın, istediğiniz kadar güzel yemek yapın, hiçbiri annenizin yemeklerinin yerini tutmuyor mesela. Kendi ayaklarınızın üstünde duran, çok iyi gelire sahip biri de olsanız iş güç sahibi, bunların hiçbiri babanızın varlığının verdiği güveni vermiyor. Bir de kardeş denen baş belaları var ki; birbirinizi de yeseniz onlarsız olmuyor ve kimse de onların yerini dolduramıyor. Bu dünyadaki en büyük hazinemiz ailemiz. Onlarla geçirdiğimiz her anın kıymetini bilmeliyiz.

Evlilik de zor zanaat.

     Yaşıtları akın akın evlenirken bazıları hiç acele etmez. Ben o bazılarından biriyim. Ben evliliğe inanmayan, çoğunlukla mutsuzluğa sebep olduğuna inanan ve hatta hapishane gibi gören biriyim. Düşünsenize sevgiliniz olursa ayrılmak çok kolaydır tek konuşmayla bitebilir fakat evlenmek aynı kefede değil. Evlenmek ciddi iş. Evlenmek kolay, sürdürmek zor. Diyelim ki evlendiniz ve mutsuz oldunuz. Aynı evin içinde iki yabancısınız. Ama bitirmek de kolay değil, çocuklarınız olmuş vs gibi çeşitli sebeplerle boşanmaya cesaret edemiyorsunuz. O artık sevmediğiniz sevilmediğiniz anlayışsız tahammülünüzün kalmadığı kişiyle aynı evde olmaya ve katlanmaya mecbursunuz. Hayattaki en büyük kabusum bu olabilir benim. Belki de sebebi etrafımda mutlu çift görmememdir. Belki yıllarca mutsuz kadınların gözlerine baktığımdandır. Onlar boyun eğdikçe "Ben böyle olmycam ileride" dediğimdendir. Bazı şeyleri ne kadar anlatırsan anlat eksik kalıyor. Yalnızlık Allah'a mahsus diyorlar ama evlilik de...

"Kız başına"

     Toplumdaki cinsiyetçilikten nefret ediyorum. Sırf kadınsın diye yaşadığın kısıtlamalardan, getirdiği olumsuz her şeyden nefret ediyorum. Toplumsal rollerden de nefret ediyorum. Hiç biri adil değil. Evlilikten de getirdiği bu toplumsal rollerden de ödüm kopuyor. Çaresi evlenmemekse ona da eyvallah. Ömrümü hizmet etmeye adayamam ben, özgürlüğümü kıymetini bilmeyecek adamın teki için terk edemem mis gibi hayatımı kurmuşken. Benim doğrularımın toplumun normlarıyla çatışması, yanlış bulduğum şeylerin dayatılması kadar berbat bir duygu daha yok. Böyle durumlarda elim kolum bağlı hissediyorum. Benim tek derdim içimdeki sesin peşinden koşmakken kanatlarıma pranga vuranlar benim bu hayattaki yaralarım. Kendini kimseye anlatamamak da cabası... Az bir kadın haklarını savundun mu, onların doğrularına karşı çıktın mı; hemen feminist, üstüne bir de erkek düşmanısın. Hayatta istediğin kadar başarılı ol, ne olursan ol, yine de karşına çıkanlar aynı. "Sen kadınsın" la başlayan cümlel...

Parayı veren düdüğü çalar!

     Gençler bugün başıma gelenler bana Nasreddin Hoca'nın bir fıkrasını hatırlattı.      Bugün devlet hastanesine gittik. Oysa ki küçücük bir işimiz vardı. Kayıt-kabul'deki kız sıra yok dedi, sorularımıza bile zar zor cevap verdi. Koridora bir baktık ana baba günü, geri döndük. E malum tatil kısa, işimiz acil; dedik bari yakındaki özel hastaneye bi soralım sıra var mıdır yok mudur... Bir de hastaneyi sevmeyen pek gitmeyen insanlarız; bilmiyoruz bu işlerin raconunu falan tam... İsmi lazım değil özel hastaneye girdik, resepsiyondaki kız gayet güleryüzle karşıladı bizi. Falanca bölümde klinikte sıra var mı dedik var tabi ki dedi. Çok da yüksek olmayan bir meblağ söyledi muayene ücreti olarak, kredi kartından da çekeriz dedi. Oh kebap! Sonra asansörle katımıza çıkıp hiç beklemeden direk doktor hanımın odasına girdik. Bizimle bir saatten fazla ilgilendi, sağolsun.      Şimdi bu nedir gençler?      Bu, bu ülkedeki zengin fakir ay...

-Hüner-

     Yok abi!      Bazen istersen yüz ayrı cümle kur, aynı şeyi bin farklı şekilde anlat; karşındaki anlamak istemezse anlamıyor seni işte.       İlk önce anlamak istemek gerekiyor, sonraki aşamada da sanırım bazı konularda aynı şeyi tecrübe etmeyen insanlar tam olarak bahsettiğiniz şeyi anlayamıyorlar.       Davulun sesi de uzaktan hoş geliyor.       İnsanların koşulları farklı oluyor; herkes her şeyi yapamıyor. Karşındakinin şartlarını anlamak da hüner istiyor.

Aşık, maşukuna kıyamaz.

     Gençler dünyanın gerçeklerine dönün. Bu dünyada kimseye mecbur değilsiniz. Onsuz yaşayamam demeyin; bal gibi yaşarsınız. Aksine sizi kırandan, üzenden, sizi hak etmeyenden kendinizi esirgeyin. Kapınız her zaman açık olsun, hak etmeyen de istediği an çıksın gitsin. İki çift güzel sözü esirgeyen, sizi ağlatan, üzen birinden "aşık" olmaz. Böyle bi'şeyden de "aşk" olmaz. Unutmayın; aşık, maşukuna kıyamaz.

"Cehennem başkalarıdır"

     Sanki bazı insanlar kalp kırmak için yaratılmış ya da sonradan bunu meşgale edinmiş. Ne kadar kolay geliyor başkalarını üzmek veya kırmak. Bununla beslenmek nasıl bir aşağılık... Kötülükle kim ne kazanıyor, eline ne geçiyor anlamak mümkün değil. O hastalıklı duygu halini anlamak asla mümkün olamaz zaten. Kendisi mutsuz insanlar, etrafa da mutsuzluk saçıyor. Kıskançlık, kin, intikam ne kazandırır nereye götürür en fazla?... Başkasının mutsuzluğuna sevinmek insanlığa sığar mı? Peki bir insanın mutsuzluğuna sebep olmak? Normal psikolojideki bir insanın vicdan azabı duyacağı bir şeyden haz almak ne tür bir psikolojik bozukluk bilmiyorum. Onu bilmiyorum da olan karşıdakine oluyor işte bunu biliyorum... Psikolojisi bozuk olan, diğerininkini de bozuyor. Diyorlar ya psikoloğa gidenler aslında asıl psikolojisi bozuk olan kişinin psikolojisini bozduğu diğer kişilerdir diye... İşte tam o misal. Bazılarımız hayatı tespih yapıp sallayamıyor arkadaşlar, hatta hayatla başa çıkmakta...

'Belki de insan, sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu.'

     İletişim kurmak, problematik bir konu bence. İkili ilişkilerde de tüm ilişkilerde de hayati bir öneme sahip, bir o kadar da zor. Neden insanlar birbirini anlayamıyor; anlamıyorum. İletişimden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Anlamak istemek de önemli bir nokta tabi ama ne bileyim... Yıllarca birbirini tanıyıp hala karşısındakini anlayamamak ya da sağlıklı iletişim kuramamak da ne kadar mümkün? İnsanın insanı anlaması, halinden anlaması, duygularını anlaması, mutsuzluğunu görmesi fark etmesi çok mu zor? Aynı evde iki mutsuz yabancı olmak daha zor olsa gerek. Şimdi burada asıl nokta karşındakini anlamak mı, yani empati mi yoksa iletişim eksikliği mi bilemedim bak. Yoksa anlamak istememek mi yoksa daha da kötüsü anlamaya bile çalışmamak mı? Fakat George Orwell'in bir sözü vardı: 'Belki de insan, sevilmekten çok anlaşılmayı istiyordu.'...

KARNE GÜNÜ

     Eskiden karne günleri daha mı güzeldi yoksa bana mı öyle geliyor bilmiyorum. Bugünlerde hiç heyecanlı gelmiyor bana. Neydi o öyle be kardeşim?! Hangi hoca bize nasıl bir not vermiş, notu yükseltmiş mi düşürmüş mü, dersten geçirmiş mi geçirmemiş mi hiçbir şey bilmezdik. O karne gününden önceki gece stres olurduk, heyecanlanırdık, merak ederdik... Şimdi böyle bir şey söz konusu bile değil. E-okulun yararları şöyle dursun, tek zararı bu konuda bence... Çocuklar zaten aldıkları notları tamamen biliyorlar, karneyi almanın eskisi kadar bir esprisi bir heyecanı kalmadı ki. Ben bizim zamanımızdaki gibi kıvransınlar da demiyorum fakat en azından merak etmeleri taraftarıyım. İşin pek de bir heyecanı yok gibi geliyor eskisiyle kıyaslayınca...

KARMA

İnsanın çalıştığı kurumun yöneticisi ne kadar önemliymiş ben biraz geç anladım arkadaşlar. Hatta o kadar önemliymiş ki kötü yönetici çalışana kurum bile değiştirtirmiş... Deneyim konuşuyor! İyi bir yönetici olmak herkesin harcı değilmiş; ben onu anladım. İlk olarak yönetici gerçek bir insan mı, iyi bir insan mı, duyguları var mı, empati yeteneği var mı, iletişim gücü var mı, mantıklı kararlar verme yetisine sahip mi, içinde insan sevgisi var mı ve hatta psikolojisi düzgün mü bence bunlara ve daha nicelerine de iyice bakılması gerekiyor yönetici olarak atanmadan önce. Yönetici kötü olsa n'olur ki en fazla derseniz; size bir kurumun çatısı altındaki bir sürü mutsuz insanı gösterebilirim, güvenin bana... İnsan gerçekten işine gitmek istemiyor, işine veya kurumuna adanmışlık duygusunu tüketiyor, yeni projeler için isteksizleşiyor; işten çıkana kadar dakikaları bile sayıp süresi dolduğunda arkasına bakmadan kaçıyor, işini sadece bir iş yani para kazanmak için bir araç olarak görüyor ve ...

Antalya'da Kediye İşkence: Naylonu Eritip Kedinin Gözlerine Damlattılar

Manşet bu... Haber: Antalya'da kimliği bilinmeyen kişi ya da kişiler naylonu eritip kedinin gözlerine ve ağzına damlattılar. Hayır bu nasıl bir sadistliktir! Savunmasız o candan ne istenebilir?! Fotoğrafını bilerek paylaşmıyorum. İnsanın görünce içi sızlıyor. Tekrar ediyorum "insanın" içi sızlıyor. Bunu yapanlara "insan" demeyi kendime yakıştıramıyorum. Ülkemiz mi günden güne daha şiddete eğilimli insanlarla doluyor yoksa sosyal medya sayesinde artık biz mi eskiye göre daha çok öğreniyoruz böyle şeyler yaşandığını bilmiyorum. Yalnız bildiğim bir şey varsa bu şiddet eğilimi ülkemizi de dünyayı da insanlığı da bitirir. Antalya, ülkemizin gelişmiş şehirlerinden biriyken orada bile bu tarz olaylar oluyor, gerisini siz düşünün. Bir de şu açıdan bakalım; şiddet eğilimini önce hayvanlar üstünde açığa çıkaran bu "insanlar" ileriki aşamada da çocuklara, kadınlara şiddet uygulayanlar olacaklardır. Şimdi o kediciğe mi, onun gibi işkence gören diğer hayvanlara mı,...

Tez Yazma Sancıları

     Final dönemindeki üniversite öğrencisi gibiyim bu aralar... Tez yazmak diye bir şey var ki, ah be kardeşim... Yazması zor zaten ama yazmaya başlamak daha da zor. Düzenli çalışmak, kendini disipline etmek zaten zor bir şey. Bir de üstüne o laptop'ın başına oturma süreci var ki sormayın gitsin! Üzerinde çalışmadığınız sürece aklınızın bir köşesinde duruyor bu tez denen meret, beyninizi kemiriyor, bir yandan da sürekli söylenip duruyor "Enise benle ilgilenmedin"... Böylece yaptığınız diğer şeylerden çoğunlukla tat alamıyorsunuz ama ne hikmetse diğer şeyleri bırakıp bir türlü de tezin başına oturamıyorsunuz. İşte tam bu noktada sınav dönemindeki üniversite öğrencisi gibiyim. Alakasız her şeye vaktim var, duvarları boş boş izleyebilirim mesela ama asıl olaya bir türlü odaklanamıyorum :) Sonucu birlikte göreceğiz; hakkıyla geçebilecek miyiz sınavı yoksa bütünlemeye mi kalırız, dersten hepten mi kalırız zaman gösterecek :) Sonucu sizle de paylaşırım söz ;) Ama şimdi yine gi...

Öğretmenlik

     Ülkemizde neredeyse herkesin bir fikir sahibi olduğu, herkesin kafasına göre atıp tutabildiği eleştirebildiği, kolay iş, rahat iş olarak gördüğü ve hatta kimilerinin prestijsizleştirdiği bir meslek var. Öğretmenlik... Evet öğretmenlik öğretmenler dışında herkese göre çok kolay bir meslek ve hatta çok da iyi bir meslekten saymıyor artık insanlar ve de aldıkları ücretin gereksiz fazla, yaptıkları tatilin gereksiz uzun olduğuna dair nutukların sayısı sayılamayacak kadar fazla. Ücreti konusunda yurtdışındaki standartlara göre ülkemiz çok geride olsa da, vicdanen Türkiye şartlarında ortalamanın üstünde denilebilecek ve şükredilmeye mecbur bırakıldığımız bir ücrete sahip bir meslek öğretmenlik. O gereksiz uzun olduğu düşünülen tatil olmasa öğretmenlerin ruh sağlığını koruması mümkün olamazdı diye düşünüyorum ben kendimce. Dışarıdan çok kolay bir iş görünse de işin mutfağından öyle değil çünkü... Doğan Cüceloğlu ve İrfan Erdoğan'ın Öğretmen Olmak kitabındaki gibi öğretmenl...

Günün Rengi

     İnsanları sürprizlerle mutlu ederek mutlu olmak diye bir şey var ki herkesin harcı değil diye düşünüyorum. Ama bazı insanlar için değer verdiği birinin gözlerinin içinin ona bakarak gülmesi gibisi yok. Mutlu ettiğin o sevdiğin mutlu olduğunda sen de zaten bir anda mutlu oluyorsun. Yan etki gibi bir şey sanırım. İnsanları mutlu etmenin çok da zor olduğunu düşünmeyenlerdenim. Bunun için illa bir sebebe ve belli bir zamana da ihtiyaç yok bence, içinizden gelsin yeter. Minicik bir sürpriz koskoca bir günün rengini değiştirebilir. Geriye gülen suratlar, bolca pozitif enerji kalabilir. Ve bir de fotoğraf, içindeki herkesin samimiyetle gülümsediği... İnsanlara kendini sizin için değerli ve özel hissettirmek işte bu kadar basit. Ne de olsa burası, ince düşünenlere ince mesajlarla dolu bir dünya...

-Umut-

      Hayatta hiç bir zaman umudunu kaybetmemek gerek. Bunu duyunca fazla optimist olduğumu düşünmeyin; çoğu zaman daha realist ve pesimistimdir maalesef. Ama gerçekten de genelde kötü her olaydan sonra iyi bir şeyler olur ya da kötü bir olay iyi sonuçlanır. Hatta bazen insan, iyi şeylerden önce kötü şeyler yaşaması gerektiğini bile düşünebiliyor. Sonuçta, emek olmadan yemek olmaz mantığıyla gidersek, acı olmadan da mutluluk olmaz gibi bir sonuca çıkıyor. Şöyle de bir gerçek var ki yaşadığımız iyi şeylerin değerini daha iyi anlamak için de kötü şeyler yaşamak gerekli olabiliyor bazen. Ne kadar sağlıklı düşünceler bunlar bilmiyorum ama bu gece de içimden dökülenler bunlar. Bazen okumak ve yazmak olmasa çıldırırdım gibi geliyor. Bu saatte yazarak içimi dökmesem hayat çok zor mesela... Gerçi hayat genelde de çok zor ama buna çok da takılmamak, herşeye rağmen umut etmeye devam etmek gerek :) Herkese iyi geceler :)

Nurettin Rençber Konseri

Pazartesi akşamı Gebze Osman Hamdi Bey Kültür Merkezi'nde Nurettin Rençber konseri vardı. Kız kıza gittik; yol boyu "Aşk Sana Benzer"i canlı sesiyle dinleyeyim yeter bana diyerek gittim. Sonra konser saati gelince salona girdik bir de ne görelim, yerimizde başkası oturuyor, sonra ufak bir gerildim kendi içimde ne olacak şimdi diye... Çünkü internetten bilet alırken önlerden çok güzel bir yer seçmiştim ve başka bir yere oturmak hayal kırıklığı olabilirdi. Görevli arkadaşa durumu kibarca izah ettim ve sağolsun ki bize bir yer ayarlayabileceğini, yerlerle ilgili bazı karışıklıklar yaşandığını söyledi. Beyefendi bizi en öne doğru götürüyordu, gelin görün ki kankam en önde oturmak istemem demesiyle benim onu uyarmam bir oldu :) Allah'tan belasını mı istiyor nedir :) Kankamla ufak çaplı bi "kanka sen napıyorsun, sinema salonu mu burası, sen en son ne zaman konsere gittin" diyaloğundan sonra yerimize oturduk. Sonra tabi bi selfie bi boomerang :D Eeee tabi teknoloji...

Reading Books

     Reading books is one of my favourite hobbies and actually it is more than a hobby for me. I love reading different books and learning from them. One can learn many things from books. One can take  some information, understand other people's emotions and even their way of thinking by just reading different books. It is like a life-style for me. If I imagine myself as a retired woman, I dream of myself as sitting on a chair and reading a really good book. I can prefer reading to many things and it is also an irreplaceable thing for me.

Bazen

Siz de bazen en çok ilgisini istediğiniz insan dışında herkesin sizle ilgilendiğini ama onun dikkatinin bir türlü üzerinizde olmadığını hissediyor musunuz? İnsan sinir oluyor, kafası bozuluyor, canı sıkılıyor. Kaçan kovalanır mantığıyla; kaçmadığımız için kovalanmıyoruz sanırım... E kardeşim kaça kaça hayat geçer mi böyle sürekli? Bu hayat denen şeyin üstümüze yüklediği yükler yetmiyor gibi bir de ilişkilerin getirdiği duygusal yükler yok mu? İnsan bazen çok yoruluyor...

KADIN

Yeterince üzülmüş bir kadınla karşı karşıyaysanız şimdiden hepinize geçmiş olsun beyler... Çünkü bu kadın, aşkınızdan ölse de, sizin de onu üzdüğünüzü/üzeceğinizi sezerse iki kişilik mutsuzluktansa tek kişilik mutsuzluğu tercih edecektir. Fedakarlık edip emek verip hayal kırıklığına uğramaktansa yoluna sizsiz devam edecektir. İçinde fırtınalar kopsa da dağ gibi dimdik kalabilir böyle bir kadın. En kötü günlerinde en çok gülümseyen de onlar olacaktır. İçi kor almışken tam bir tezatla dıştan da bir o kadar bakımlı görünecek; işine ve hatta sosyal hayatına devam edecektir. Siz şaşırıp kalacaksınız onun bu haline çünkü bilmeyeceksiniz; hayatın tokatını sizden önce öyle güzel yediğini ve en dibi görüp dimdik ayağa kalkmayı tek başına becerebildiğini... Ve siz daha nice şeyi bilmeyeceksiniz.

-Haklı olmak-

Biz insanoğlu ne kadar da çok meraklıyız haklı olmaya... Bazılarına o kadar zor ki egosunu bi' kenara bırakıp inadını kırıp haksızlığını kabul etmek ve gönül almak. İnsan sorgulamadan edemiyor. Başkasını suçlamak en kolay yol değil de nedir? Şu hayatta herkes üstüne düşen sorumlulukları alsa ve hatalarını görüp sonuçlarını ve getirdiklerini yüklense dünya çok daha yaşanabilir bir yer olurdu aslında.

Travelling Around the World

I can't really understand people who don't have a desire to travel and see different places in the world. I think, travelling around the world is full of mysteries and I can't help myself dreaming about that. Of course I don't know if I will be able to realize my dream but it is not a reason for me to stop dreaming that :)

İstanbul - Şile

Resim

İstanbul - Moda - Barış Manço Müzesi - Balmumu Heykeli

Resim

İstanbul - Büyükada

Resim

İstanbul - Çamlıca Tepesi

Resim

Denizli - Pamukkale Travertenler

Resim

Çanakkale - Şehitler Abidesi

Resim

Antalya - Aspendos Antik Tiyatrosu - Aspendos Ancient Theater

Resim

Kocaeli - Hereke Sahili

Resim
~ O GEMİ BİR GÜN GELECEK.

İstanbul - Şile

Resim

Sakarya - Serdivan

Resim
Devamına bakın...

Kocaeli - Tavşancıl Sahili

Resim

Kocaeli - Hereke Marina

Resim

Antalya - Manavgat Şelalesi

Resim

İstanbul - Şile

Resim

Yazmak

Yazmak, üstündeki yükleri atmak gibi... Yüreğini dökmek gibi... Fazlalıklardan kurtulup ferahlayıp yola devam etmek  gibi bi' şey...

İncipit vita Nuova

'İncipit vita Nuova' [Dante] (Yeni bir yaşam başladı.)

FREEDOM

Resim

Kocaeli -İzmit Sahili

Resim

Kocaeli - Hereke Sahili

Resim

Istanbul - Maiden's Tower - Kız kulesi

Resim

Darıca- Eskihisar

Resim

Ordu- Boztepe

Resim

Kocaeli-Sekapark

Resim

Üsküdar - İstanbul

Resim

Mary Shelley (2017) - About Mary Wollstonecraft

Watch the video (: ~ (William Godwin talks about Mary Wollstonecraft) : Videoyu izleyin (:  ~  (William Godwin Mary Wollstonecraft hakkında konuşuyor) :

BİRTAKIM GARİPLİKLER

          Hayat çok garip… Beklemediğin şeyler iyiye giderken beklemediğin şeyler kötüye gidebiliyor. Sen hiçbir şey yapmadan bazen… Bazen de, sen ne yaparsan yap değişmiyor; su, yolunu buluyor gerçekten de… E hani hayatımızın başrolüydük? Figüran bile değiliz bazen. Etkisiz elemanız. Var mıyız, yok muyuz? Hem varız, hem yokuz. Hem hiçiz, hem çokuz. Ama en çok hiçiz. Aciziz. Perişanız. Kimsesiziz. Kendimiz bile yokuz çoğu zaman… Yalnızız. Yanlışız. Umutsuzuz. Her şeye rağmen de ayaktayız. Yolumuza devam etme, hayatı ite kaka sürdürme çabasındayız. Kabullenmeyen, garip yaratıklarız. İnsan dediğin, hayattan da garip…

İNSANLA & DEĞİŞEREK

Hayata devam ettiğin sürece baştan başlamak gerekiyor. Hep, yeniden başlamak… Yeniden öğrenmek… Hatalarını görmek… Yeniden inanmak, yeniden hayal kırıklığına uğramak… İnsanlardan soğumak, insanları yeniden tanımak, insanlara yeniden inanmak… Hep, yeniden… Hayata hep yeniden başlıyoruz. Her Allah’ın günü… Ve tüm bunlar yeni insanlar tanıyarak oluyor. Ya da hayatımızdaki insanları yeniden tanıyarak. Ama illa insanla. Ve vazgeçmeyi öğrenerek. Ve yeniden istemeyi, yeniden hayal kurmayı öğrenerek. Ve acı çekerek. Ve yeniden mutlu olmak isteyerek. Yolu kaybederek. Yola geri dönerek… Elbet, değişerek.